Türkçe, eskiden beri çeşitli dillerin etkisinde kaldı. Bu doğaldır. Zaten, başka dilin etkisini duyumsamayan dil bulunmaz. Ancak, Türkçe örneğinde durum aşırı ve üzücüdür.
Türkçe, Arap ve Fars milliyetçilerinin, Arapça ve Farsça hayranlarının, acımasız, amansız, sinsi ve içten vuran, sırttan hançerleyen saldırısına uğradı; bilinçsizliğe ve ihanete kurban gitti.
Arapça, Allah’ın emrettiği dilmiş gibi gösterildiğinden, Türkler kendi güzelim adlarını terk ederek Arap adları aldılar. Hatta yine Türkler tarafından Türkçeyi sevmeme ve hatta terk etme durumu ile karşı karşıya kalındı.
Türkçe adı terk etmek şerefsizliktir ama Türkler şerefsiz değildir. Arap Dini akıllarını karıştırdı.
Ondan sonra Türkçe konuşan kişilere, Türkçe’nin uyumunu bozan birkaç abecenin, Türk insanının dinsel egemenliğini elde eden Araplar ve İranlılar tarafından kullandırılması süreci başladı ve özellikle Türkçe konuşan toplulukların siyasal egemenliğini elde eden Araplar, Bulgarlar, Ruslar, İranlılar, Yunanlılar ve Çinliler tarafından da doruğa taşındı.
Türkçe kendi ve asil dil uyumuna uymayan Arap abecesi, Rus abecesi, İran abecesi Yunan abecesi gibi alfabelerle yazılmaya başlandı. Bu durum Türkçemizi bozdu.
Türkçe, dil uyumuna uygunsuz abeceler ve içine giren yabancı sözcükler nedeniyle zorlanmağa başladı.
Sonuçta ortaya bambaşka bir isim denizi ve farklı dil çıktı.
Türklerin bu tür baskılar sonucunda, Türkçeyi, kendi ana dillerini terk etme durumuna düştüklerinin iki kanıtı yaşayan Türk adları ve Osmanlıca dilidir. Bu ikisi Türkçe’nin ne kadar zavallı duruma düşürüldüğünün güneş gibi belirgin kanıtlarıdır.
İsimlerimiz ve Osmanlıca, dilimize yapılan ihanetin açık seçik görünür, saldırı ve suç kanıtlarıdır.
Anlaşılan o ki, dilimizi düşmanlarımızdan koruyamazsak ne adlarımız ana dilimizden konacak ne de konuşacağımız ana dilimiz kalacak.
Gelecek iki makalede iki başlık altında dilimize yapılan alçak saldırılar anlatılacaktır: Türk Adları ve Osmanlıca.