TÜRK ADLARI

T

Türklam düşünmenizi ve gerçekleri kendinizin bulmasını diler. Laik eğitim bunu sağlayacak tek eğitim türüdür.

Düşünceleri, hazırlanmış biçimi ile başkalarından beklemeyiniz. Kendi düşünce yapınızı ve kendi gerçeklerinizi oluşturma çabasını gösteriniz. Aşağıdakileri de çeşitlendirmeniz arzu edilir.

Başka hekimin tanısı sizi yanıltabilir, hastalığın tanısını kendiniz koymalısınız.

Aşağıda saldırıya uğrayan ve içten vuran ihanete kurban giden ana dilimizin ihanet kanıtlarının ilki, Türkçeden uzaklaştıran Türk isimleri gözden geçirilecektir.

Bugün kullanılan Türk isimlerini 4’e ayırabiliriz.

En sık rastlanılan biçim Türklerin kendi adlarını terk edip Arap adları almalarıdır. Abdullah, Mustafa, Hasan, Hüseyin, Abdülkerim, Abdülkadir, Ali, Mehmet, Muhammet, Mahmut en sık alınan erkek adlarıdır. Ayşe, Fatma, Şükriye, Kadriye de kadın adlarındandır. Bunları birçok örnekle çoğaltmak mümkündür.

Türklerin çoğu aldıkları adların Arapça olduğunu bilmezler. Duyduklarında bunu hayretle karşılayan çok Türk’le karşılaştım.

Türklerin Arap isimlerinden sonra en çok yeğlediği adların Musevi isimleri olduğu anlaşılmaktadır. Bunların arasında Davut, İbrahim, İshak, İsmail, Süleyman gibilerini saymak olasıdır. Meryem ve Sera gibilerin daha seyrek alındığı anlaşılmaktadır.

Türklerin çoğu bunların Musevi adı olduğunu bilmezler. Kuranda okumuşlardır ve bunları İslam adları olarak bilirler! Adının Musevi kökenini kendisine anlattığım aklı başında bir Türk’ün çok şaşırması çok ilginçti. Duyduklarında bunu hayretle karşılayan çok Türk’le karşılaştım.

Türkler, Türk isimleri de alabilirler. Bunların sayısı çok azdır. Erkan, Erhan, Akın, Atalay ve Serpil gibi. Türk ismi almak Cumhuriyet kurulduktan sonra özendirilmiş ve bazı Türkler, Türk ismi almışlardır. Türk isimlerinin giderek yaygınlaşacağı beklenirken sonuç böyle olmamıştır.

Aldanış sürecinin hortlaması nedeniyledir.  

Demokrat Partinin 1950 senesinde iktidara gelmesi ile Atatürk Devrimlerinin ters yüz edilmesi ve İslam Felsefesinin yeniden güç kazanması ama Türklam adının kullanılmaması nedeniyledir.

Yine Türkler son senelerde batının da etkisi ile tanıştıkları veya öğrendikleri batı dillerinden isimler almaktadır. Bunlardan bazıları gazetelere de konu olmuş ve Arapça, Farsça ve İbranice isimlere ses çıkarmayan nüfus memurlarının Fransızca, Almanca veya İngilizce kökenli isimlere karşı tavır aldıkları anlaşılmıştır.  Selin, Serj, Can bunlardan birkaçıdır.

Bence, bu Türkleşme; hem dili ve hem de ekini Araplardan ve İranlılardan kurtarma savaşında isimlerimizi Türkçeleştirmek isterken başkasının ekinini kullanmamalıyız.

Ne batı, ne de doğu ekinini ekmeliyiz. Becerebilirsek, kendi dilimizin tohumlarını kullanmalıyız. Bu defa da Türk’ün kendi içindeki sentezini beceremeyince Türk-Batı sentezine saplanmamalıyız.

Yurttaşlar, kendi sentezini bulabilecek kadar olgunlaştınız artık! Kendinize güveniniz. Bakınız 70 senedir serbest laik düşüncenin etkisini taşıyorsunuz. Bu denli uzun süre yetmez mi?

Son senelerde zengin Arap ve İranlıların, Arap ve İran etkisini arttırmak için yaptıkları yatırımlar sonucu Türk isimleri,  Türkçe gibi, yine, gözden düşmüştür.

Bunun için, İslam felsefesini kullanan Arapça taraftarlarının çeşitli sözlü ve yazılı anlatımlar geliştirdikleri gözlenmiştir.

Ne var ki, takımımızın adı konmadığı için Türklam takımı kendi sınırlarını iyi çizemediğinden, bu tür kandırmacaları yanıtlayamamıştır. Türklam’dan sonra bu yol da açılacaktır.

Türkler, örneğin eğer baskı altında kalmışlarsa ki öyle durumlar söz konusu olmuştur, adlarını değiştirebilmiş veya ilk veya son ek takabilmişlerdir. İnsanlık onurunu değil, Türklük onurunu değil, salt sağ kalmayı amaç edinebilmişlerdir.

Sağ kalabilmek eğer sonradan esas gayeye ulaşmak için yeğlenecek yollardan biri ise o zaman Türklam için de kabul edilebilecek bir yaklaşımdır. İnsancıldır.

Salt sağ kalabilmek için insanlık onurundan vazgeçmek, dilini terk etmek, adını terk etmek ise vahşileşmektir, alçalmaktır ve insanı sevgisiz yapar.

Oysa sevgisizlik Türklam’a göre en büyük eksikliktir.  Kendi dilini ve ulusunu sevmeyen insan erdemsizdir, sevgisizdir, onursuzdur. 

Erdemli bir insan hiç aslını terk eder mi? Cennet veya cehennem gibi,  öbür dünya gibi,  rüşvetleri alır da aslına düşman olur mu? Bunu yapanlar ruhlarını şeytana satanlardır.

Arap adı alan büyük kitleyi Türklam anlıyor, acıyor ve yaptıkları bu yanlışlıktan dolayı bu inananları bağışlıyor çünkü şimdiye dek kimse onlara yaptıklarının asıllarını terk etmek ve aslına ihanet etmek olduğunu söylememişti. 

Ancak, Türklam artık elinizde, gönlünüzde ve beyninizdedir. Dolayısıyla, bundan sonra, insanlık ve Türklük onurunu en üstte tutarak ad koyacak ve bu adlarla yaşayacaksınız.

Çünkü dil uygarlıktır, kendi dilini sevmek yiğitliktir, erdemdir.

Yabancı dil, beraberinde yabancı uygarlık getirir. Bir şey girerse, bir başka şey de çıkar; yabancılık girer, Türklük çıkar! Arapça girer, Türkçe çıkar!

Ayrıca, bu konunun manevi yönlerine de dikkat çekmek isterim.

Onlara da yaratıcılık yönü, zevk alma yönü, tatmin yönü veya benzer özellikler desek?  Bir sözcük yaratmanın vereceği tatmin, yaratıcılık ve zevkten söz ediyorum.

Yaratıcılık beğenisinden, zevkinden, tadından söz ediyorum.

Böylece, Türkçe konuşmak sadece bir ulusal görev değildir ki!

Ayni zamanda insanın dilini güncel olay ve teknik değişmelere paralel olarak yeniden yapılandırmasının vereceği zevki ve tatmini de duyumsamalıyız ve bu zevki başka uluslara bırakmamalı, işin kolayına kaçıp, onlardan sözcük çalarak zevkimizi ve yaratıcılığımızı köreltmemeliyiz, kendimizi aşağılatmamalıyız.

Madalyonun zıt bir yüzü de aşağılanmaktır ki bunu anlatmadan geçemeyeceğim. Fransa’da çalışırken bir gün laboratuvarda yaptığımız işleri unutmayayım diye bir defter aldım ve üzerine Doku Kültürü diye büyük bir başlık attım. 

Bir hekim arkadaş geldi,  ne yazdığımı sordu ve sonra ” Aha, kültür sözcüğünü bizden araklamışsınız, sizi gidi tembel Türkler sizi,” diyerek arkadaşça takıldı. 

Ancak bu şaka bana çok dokundu. Hırsızlık nefret edilecek bir kişilik yapısıdır.

Sözcük çalmanın hırsızlık sınıfına girdiğini kavradığımda çok utandım.

Ulusça hırsızlık yaptığımız sonucuna varında utancım daha da arttı.

Yeni bir defter aldım ve düşündüm. Kültür yapınca ne yapıyoruz, tohum ile ekin ekiyoruz ve sonra ekini biçiyoruz. Demek ki kültür sözcüğünün Türkçesi zaten var.

Hemen defterin üzerine büyük harflerle yazdım: DOKU EKİNİ.  Bir huzur,  bir mutluluk geldi ki üzerime bilemezsiniz. Kendimi adam olmuş gibi duyumsadım aniden!

Yaratıcılık

İnsanların yaratıcı gücüne hayranlık duymamak olası mı?

İçlerinde oturduğumuz evleri, bindiğimiz arabaları, giydiğimiz elbiseleri, kullandığımız eşyaları, yapay uyduları, cep telefonlarını, interneti, bilgisayarları ve benzer yarattıklarımızı şöyle bir düşünürsek özellikle son yüz senede bilimimiz doruğa çıkmış gözükmekte.

İnsanların yarattıkları ile kıyaslayınca, birkaç sözcük mü yaratamayacağız? Biz Türkler, yaratıcı insanlık ailesinin bir kolu değil miyiz?

Bilim kurgu filmlerinde henüz var olmayan makineler, canlılar, cisimler ve benzerlerini ilk gördüğümüzde hayretten hayrete düşmüştük. İnsanlık bilim kurguda ne kurgulandıysa gerçekleştirmedi mi? Örnek vermek gerekirse aklıma ilk gelen de Jules Verne’nin Nautilus’u.

Haydi! Yaratıcılığımızı kullanalım ve Türklamda Türkçemizi onurlandırarak isimleri, adları Türkçeleştirelim, her şeye yakışıklı, güzel, sevecen adlar koyalım.

İstanbul, İzmir, Ankara artık Türkçeleşmiş güzel adlardandır. Türkçeleştireceğiz diye gülünç durumlara düşmeyelim.

Yeni yarattıklarımız ve doğanlarımız,  yaratıcılığımızı göstereceğimiz alanlardır.

Ne mutlu Türküm diyene.

Ne mutlu Türklam’ım diyene.

Ne mutlu Türkçe ad koyana.