Kuran’ın Türkçeleştirilmesi, ezanın Türkçeleştirilmesi reform değil mi?
Zaman içine yayılıyor ve Atatürk bunlar için reform adını kullanmıyor. Dinde reform yapalım diyenlere de karşı çıkıyor.
Dinde reform istemiyor anlaşılan. İyi de ne istiyor o zaman?
Reform yapmışsın zaten! Adını neden koymuyorsun?
Ne bekliyor? Herhalde niyeti reform değil, diye düşünebilirsiniz de zaten reformları yapmış ve yapıyor.
Atatürk’ün yaptıklarından sonra 1928 de bir de komisyon toplanıyor ve bu komisyon dinde reform yapalım diyor, dinde reformu istiyor.
Atatürk reddediyor. Dinde reform olmaz diyor.
Acaba niyeti ne?
Devrimlerle birlikte giderek İslamiyet alışkanlıkları, İslami Yaşam Biçimi, haremlik selamlık yaşam, kadınların hor görülmesi, çok eşli evlilik ve benzerleri, benzeri kümelerle, düzinelerle alışkanlık, giderek bitiyor, halkın belleğinden siliniyor, yok oluyor, uçuyor.
Bir kural vardır, bilirsiniz, genelde ekonomi uzmanlarınca söylenen ve değer verilen: İyi mal, kötü malı kovar, derler. Bu kural acaba sosyolojide de geçerli mi?
Böylece şeriat ve getirdikleri yavaş yavaş unutuluyor, halk İslami Yaşam Felsefesini tam olarak unutmuyor ama İslami Yaşam Biçimi yavaş yavaş siliniyor; halk yavaş yavaş laikleşiyor ama henüz laikliğin adı bile yok.
Atatürk bir yere doğru götürüyor ülkeyi ancak kendisinin bildiği ve bugün ancak tahmin edilebilen.
Bir ara, 1928’de anayasada, Türkiye Cumhuriyetinin dini İslam’dır hükmü de kaldırılıyor; zamana oynayan Atatürk tarafından bir araya sıkıştırılıyor.
Bu hükmün kaldırılması da sindiriliyor. Henüz laiklik yok, Türklamın ise adı yok ama giderek yaşanan bir gerçek oluyor.