Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk Devrimlerinin tam anlamıyla uygulandığı 1930 ve 1940’lı yıllarda Cumhuriyeti, devrimlerini ve laikliği anlatabilmek, yeterli kadroları oluşturabilmek ve halkı evrensel modern düşüncelere alıştırabilmek için tek tip ilkokullar, ortaokullar ve liseler, halkevleri ve köy enstitüleri kurmuştur. Okuyan her yurttaşa tek tip eğitim verilmiş ve gerçek batılı düşünce ile yoğrulmuş ve 1980 ve 1990’larda yaşları 40-50’lere gelmiş, laikleşen çok sayıda insan yetiştirmiştir.
Laik kişilerin oluşturduğu Laik Türk Toplumu, din felsefenin oluşturduğu toplumdan, iyi bir gözlemci için, belirgin farklılıklar gösterir. Bu kişiler birbirlerinden o denli ayrı hatta zıt düşünce, ifade, aile, davranış, konuşma, yaşam biçimi ve giyiniş farkı sergilemektedirler.
Cumhuriyet laik kişileri, yukarıda anlatıldığı gibi yetiştirirken, yine Cumhuriyetin yetiştirdiği anlaşılan dinci kişiler nasıl ortaya çıkmıştır sorusuna biraz ileride değinilecekse de yanıtı zor bir soru değildir.
LAİK TOPLUMUN ORTAYA ÇIKIŞI
Zaman içinde, laik kişilerin oluşturduğu toplum, kişilerin sayısına paralel olarak genişledi ve belirli bir yere geldi. Daha genişleyip bütün ülkeyi kaplayabilirdi. Ne var ki, olmadı. Becerilemedi. Siyaset; oy kazanma, iktidara geçerek diktatör olma ve zenginleşme arzusu vatan sevgisinin bütün ülkeyi kapsamasını engelledi.
Laiklerin neden bütün ülkeyi kaplayamadığı ilerleyen makalelerde kendi görüşlerim halinde yer, yer sunulacak. Bu konuyu çoğunuz benden daha iyi bilirsiniz.
Laik Toplum için Batı Dünyasının giyiniş ve daha da önemlisi, düşünce yapısını benimsemiş kişiler de denebilir. Ayrıca Cumhuriyet rejimi laiklere meslek verdi. Kimisi avukat, kimisi doktor, kimisi mühendis, kimisi muhasebeci, dişçi, bakkal, kasap, manav, elektrikçi, su tesisatçısı, otomobil tamircisi oldu. Hepsi kendi alın teri ile çalışarak, terleyerek para kazanmanın ve bunu vicdanla yapmanın hislerini tadarken hırsız olmamayı, ülkeyi yüceltmeyi, korumayı da öğrendiler ve yaydılar. Çalışma ahlakı üst düzeye geldi. Ne var ki kimse kendisini laik kişi diye tanımlamadı. Hepsi hala dindardı. Ama bildikleri din ile gerçek din farklıydı artık ama farkında değillerdi çünkü Türklam sözcüğü icat edilmemişti.
Laik toplumumuz güçlü ve inançlı olarak bugün de ayaktadır. Ne var ki hala dindardırlar ve ne yazık ki Türklamlaştıklarını bilmemektedirler. Onlara öğretmeliyiz.
DİNCİ FELSEFE VE DİNCİ YAŞAM BİÇİMİ
Ülkede dinci felsefeyi benimseyenler, laik kişilerden farklar gösteren düşünce, davranış ve giyiniş biçimini benimsemişlerdir. Bu kişiler laikliğin ilanından önce de vardı ve dinci yaşamın meyvelerini yiyor, itibar görüyor ve zenginleşiyorlardı. Ne var ki meslekleri yoktu, hiçbir iş üretmiyor, hiçbir üretim yapmıyorlardı. Sadece dinleri vardı ve sadece konuşarak para kazanıyorlardı. Din pazarcısıydılar. Esasında kendileri de tamamen değilse de bir miktar laikleşmişlerdi ama bunu kendilerine bile itiraf etmiyorlardı.
Dinci erkeklerin hemen hepsi badem bıyıklı, birçoğu sakallıdır. Sadece bıyıklarına bakarak dinci erkekleri ayırt etmek olasıdır. Bu bir nevi üniformadır. Unutmayalım ki üniformayı polisler veya askerler giyerler. O halde bunlar da dinin askerleridir, sivil görünümlüdürler ama askerdirler ve bir komutandan emir alırlar.
Kadınlarını ise türban adını taktıkları, eski Sovyetler Birliği Devleti için zaman zaman kullanılan Demir Perde sözcüğünden esinlendiğim “ Renkli Perde “ denilebilecek başörtüleri kullanırlar. Başörtüleri tip tiptir, adeta askerlerin apoletlerindeki yıldızlara benzer. Bazıları yumurta biçimindedir, bazıları pelerinlidir ve hepsi dinci üniformadır.
Kendilerine özgün bıyık ve renkli perde, dinci felsefe ve dinci yaşam biçiminin, halkın gözü önündeki sivil bayraklarıdır. Sivil de olsa, ne var ki hepsi üniformalıdır; bunu asla unutmayalım. Üniformalı kişi komutanının emrini izler kendisinin özgür davranışı bulunmaz.
Bunların bazıları laikler gibi meslek sahibidirler ama çoğu değildir. İmam Hatip Liselerinde bu kişilere Cumhuriyet düşmanlığı, Atatürk düşmanlığı, imamlık ve hatiplik öğretildi. Bu kişilerden çoğu çalışarak değil dua okuyarak para kazandılar. Konuşarak, dini öykü anlatarak, din anlatarak, din pazarlayarak para kazandılar. Kalplerinde, komutanlarının yönlendirmesiyle, hep medeni yaşama karşı düşmanlık, cumhuriyete karşı düşmanlık, laiklere karşı düşmanlık vardı. Yasaların izin vermediği durumlarda yer altına indiler, tarikatlar ve cemiyetler kurdular, çoğaldılar, din duygularıyla para topladılar ama kan ve ter içinde çalışarak bir şeyler üretmediler. Toplanan paralarla yemeyi ve içmeyi öğrendiler, gezdiler, gezerek çalıştılar ve sadece konuştular. Dinden konuşarak para kazanmasını öğrendiler. Hiçbir şey üretmeyen tek toplum bunlardır ve hiç üretmeden para kazanmak da bir beceridir derseniz çok beceriklidirler.
Gözlemin ilginç tarafı dincilerin de az buçuk laikleşmiş durumda olmalarıdır ama bunu asla itiraf edemezler. Zamanla ortaya çıkan evrensel değerler anlaşılan dinleri törpülemektedir. Dinciler zaman ve evrensel değerler trenine binmezler, beğenmedikleri için değil, para kazanmanın başka yollarını bilmediklerindendir. Eskiye tutunmaya çalışırlar çünkü başka çareleri yoktur.
Bu ülke içinde, ayni ülkenin yurttaşı olup, ayni adla adlandırılan laik ve dinci insanlar birbirlerinden o denli farklıdırlar ki bu kadar çarpıcı ayrılıkları farklı adlarla adlandırmaktan daha doğal ve bilimsel ne olabilir?
Hekim olarak düşünüyorum, sosyolojik açıdan Türkiye, adlandırılmayı ve sınıflanmayı bekleyen, birçok değişikliği içeren, zengin bir psikolojik ve sosyolojik laboratuvar gibidir.
Yazar, bu ülkede, Türkiye’de, laik kişilerin oluşmağa başlamasından itibaren çok ilgi çekici bir psikolojik yani kişileri betimleyen ve sosyolojik yani toplumu anlatan deneyin başladığını, bu deneyin dünyada ilkliğini ve bugüne kadar 1937 den beri kesintisiz geldiğini düşünmektedir.
Türklam da bu psikolojik ve sosyolojik deneyin ürünüdür.
Türklam bir son ürün müdür, yoksa ara ürün müdür?
Bir son ürün olarak sunulmasını isterdim, ancak kitabın sonunda yer alan Söyleşi bölümünden anlaşılabileceği gibi son ürün olmasına daha zaman var.