BÜYÜK ALDANIŞIN KURGUSU

B

Her şeyden önce Suriye, Filistin ve Mısırlı insanların din değiştirdikten sonra Araplaştıkları kesindir.  Daha önce ne Arapça konuşurlardı ve ne de Arap Milletindendiler.  Ben sadece bu ulusları örnek aldım. Başkaları da var. Ama bu örnekler, sanırım, yeter de artar.

Bu insanlar nasıl ve hangi yolla, hangi kurgu ile sonradan Arap Ulusunun bir kolu olmuş ve nasıl ana dilleri yok edilmiş ve nasıl Arapça konuşur duruma gelmiş? 

Arapça nasıl yok etmiş ana dillerini? Hiç birisi mi uyanmamış, hiç birisi mi olayı fark etmemişti? Fark edilmeyecek bir şey olmadığına göre, fark edenlere ne olmuş? Böylesine büyük bir tahribatı nasıl durduramamışlar?

Kurgu kanımca şöyle oldu.

Ortada artık savaş yoktu, savaş bitmişti ve sonunda halk sadece din değiştirmişti. Din değiştirenin malına, mülküne canına dokunulmamıştı. Basit bir değişiklikti.

Güzel teklifti. Din değiştir yaşama tutun. Peki, dendi.

Önceki dinini bırakmıştı. Başlangıçtaki tek değişiklik o idi. Vergi miktarı bile azalmıştı. Çok iyiydi. İşler iyiydi.

İlk değişiklik ana dillerindeki adlarını bırakıp Arap adı almakla başladı. Masum bir değişiklikti. Savaş bitmişti. Evleri ve toprakları ve yaşamları sürüyordu. Sadece adlarını Arapça yapmışlardı, o kadar. Severek kabullendiler.

Sonra yeni dinlerini öğreten kitaptaki bir, iki konuyu daha açıkladı. Kendileri anlamadıkları için hep birileri anlatıyordu. Basit ve önemsiz bir öneriydi. Kitap kesinlikle Arapça okunmalıydı. Pekiyi, nasıl isterseniz!  Bir yüz yıl böyle geçti.

Arapça okumazsanız yanacaktınız. Gülerek kabullendiler. Bir yüzyıl böyle geçti.

Arapça anlamasınız da okuyun canım, iyidir dediler.  Okuyun yeter. Anlamasanız da olur dendi.  Böylece ezber başladı. Severek bir kitabı baştan sona ezberlediler. Okuduklarından hiçbir tek şey anlamadılar ama olsun. Çok sevdiler. Yarışmalar düzenlediler. Ne diyor diye hiç merak etmediler. Bir yüzyıl böyle geçti.

Sonra kitabı okumak için ana dillerini yazdıkları alfabenin değiştirilmesine sıra geldi. Doğru, dediler, madem Arapça okuyorlar, o halde Arap abecesini öğrenmek doğru bir hareket. Sevdiler bu işi. İki yüzyıl böyle geçti.

Bilmedikleri Arapçayı ezbere okudular. Ne okuduklarını anlamadılar ama kutsal metinlerdi, gökten indirilmişti, severek okudular, içlerine sindirdiler. İki yüzyıl böyle geçti. Anlamıyorlardı ama ne önemi vardı? Onlara anlatanlar vardı. Doğru mu yanlış mı anlatıyor; sorgulamadılar. İki yüzyıl böyle geçti.

Arada sevdikleri Arapça sözcükleri kullanmaya başladılar ve ana dillerindeki sözcükleri bir kenara attılar. Ala, ata, ala, ata üç yüzyıl daha geçirdiler.

Bu arada anlamadıkları dilde anlatılanların yalan yanlış olduğunu ileri sürenler çıktı ama onlar her nasılsa ortadan kayboldular. Ortadan kaybolanlar nedeniyle soru sormak birazcıcık korku doğurmaya başladı. Yarım yüzyıl korku ile geçti.

Baktılar dilin içinde o denli fazla Arapça girmiş ki dilin adını da değiştirsek iyi olur diyenler türedi.  Dilin adını değiştirmekten hoşlanmayan birkaç kişi çıktı. Fazla değildi sayıları, ortadan kayboldular. Bir yüzyıl böyle gittiler.

Dilin adını değiştirmekten hoşlanmayan insan sayısı artınca zındık diye bir sözcüğün varlığı kondu önlerine.

Arapça bu sözcüğün anlamını öğrendiler. Zındık, Tanrıya ve ahirete inanmayan, dinsiz, inançsız, Tanrısız kişi demekmiş. Zındıkların öldürülmesi uygundu.  Korku arttı, tartışma azaldı. Bir yüzyıl böyle geçti.

Zındık ayrıca çeşitli baskılara maruz kalınca inançlarını din perdesi altında gizlemeye çalışan insandı. Kötü insanlardı. Soru soruyorlardı. Bir yüzyıl böyle geçerken soru soranlar aralarından ayıklandı, kayboldu.

Ad değiştirmekten hoşlanmayanların sayısı arttı. Bir grup oluştu. Kendi aralarında tartışma başladı. Ana dilci grup ile Arapça sever iki grup başladılar kızgın konuşmaya. Kızgınlık inançsızlıktı, yok edildiler. Bir yüz yıl böyle geçti.

Din insanları bir araya geldiler. Kanun açıktı. Zındıkların ortadan kaldırılması toplum sağlığı için gerekliydi. İnancını din perdesi altında gizlemeye çalışan bu insanlar dindar olamazdı. Ortadan toptan kaldırıldılar.  Korku yaşamı egemen oldu. Bir yüzyıl daha böyle geçti. Soru sormaktan vaz geçince düşünmekten de vaz geçtiler. Bir yarım yüzyıl da böyle geçti.

Bir de kafir sözcüğünün varlığı servis edildi.  Kafir Tanrının varlığına inanmayan, Tanrıtanımaz, dinsiz, inançsız kimseydi. Bunlar ya dine  girmeliydi veya yok edilmeliydi. Kafirler de ortadan kaldırıldı.  Korku arttı. Tartışma yoklaştı. Düşünmekten vazgeçildi. Yazı yazılmaktan da vaz geçildi. Bir yüzyıl böyle geçti.

Artık ana dilci ve başka muhalif grup kalmamıştı. Arapça başattı. Bir yüzyıl böyle geçerken iyice içlerine kapandılar. Açılanlar zaten yok oluyordu. Açılmak zararlıydı. Korku yaşamlarının bir parçası haline geldi.

Toplu ibadetler başladı. Bazıları toplu ibadetler siyasi güç gösterişidir din ile ilişkisi yoktur dediler. Bunlar da zındık ilan edildiler. Toplu ibadet yaygınlaştı.

Okumuşlar ile okumamışlar arasında dil uçurumu gelişmeye başlamıştı. Okumamış halk hala ana dilini konuşuyor, yöneten ile yönetilen arasında uçurum derinleşiyordu.  

Yönetenler toplandı, kanun yaptılar ve Arapça Dilini ana dil ilan ettiler, halka Arapçayı okullarda veya din öğreten yerlerde öğretmeye başladılar.  İki yüzyıl böyle geçti.

Okumuşlar mükemmel Arapça biliyorken az okumuşlar daha kötü konuşuyor ve okullarda öğreniyorlardı ama bütün mekanizma Arapçaydı artık. Bir yüzyıl daha gittiler.

Sonunda ulusumuzun adı Arap’tır dediler, oldubitti.

Sanıyorum büyük aldanışın kurgusu böyledir.

Bu kurgu bir ulusu bir noktadan alır başka bir noktaya en az dokuz yüz senede getirir.

Belki yanılıyorum ama araştırdım, sordum, çeşitli Arap uluslarına ait kişilerle konuştum ve kurgunun böyle olduğu hususunda fikir birliğine vardım. Bir Mısırlı bunca yüzyıl sonra bile halkın Arapçayı hala okullarda sökmeğe çalıştığını söyledi.

Türklam, sadece Türklam hakkında konuşur, sadece Türklam’ı eleştirir, yerer veya yüceltir, bunu hiç mi hiç unutmayınız. Biz başka dinleri eleştirmeyiz ve başka dinlerden konuşmayız. Biz sadece Türklam’ı konuşur ve sadece Türkçe konuşuruz. Bunu hiç mi hiç unutmayınız.

About the author

Dr. Erdem Alptuna

Erdem Alptuna tıp doktoru ve üniversite doçentidir.
Dr. Alptuna, Atatürk Devrimlerine uyum sağlayarak yaşayan insanların Yaşam Biçimine ve Felsefesini inceledi ve ortaya başka bir yaşam biçimi çıktığını kavradı. Bu yeni yaşam biçimine Türklam adını yakıştırdı. Ayrıca bugüne ve dünyaya daha iyi uyum sağlayacak birkaç yeni kural daha getirdi.
Dr. Erdem Alptuna bu blog’da, bu makaleler ile Türklam Yaşam Felsefesinin kurallarını anlatıyor. Cumhuriyetin kaya gibi sağlam yaşaması için Türk, Türkçe ve Türklam’a gereksinim vardır diyor. Türklam bir din değildir. Ama benzer bir Yaşam Felsefesi ve bu felsefeden doğan bir Yaşam Biçimidir. Dr. Alptuna herkesi makaleleri sürekli okuyarak Türklam’ı öğrenmeye davet eder. Beğenenlerin de kendilerini Türklam’ım adıyla tanımlamasını önerir.
Türkiye, Türk, Türkçe ve Türklam Dr. Alptuna’ya göre Atatürk Devrimlerinin doğal sonucu, Türk Devrimlerinin en son halidir.

Add Comment

Dr. Erdem Alptuna

Erdem Alptuna tıp doktoru ve üniversite doçentidir.
Dr. Alptuna, Atatürk Devrimlerine uyum sağlayarak yaşayan insanların Yaşam Biçimine ve Felsefesini inceledi ve ortaya başka bir yaşam biçimi çıktığını kavradı. Bu yeni yaşam biçimine Türklam adını yakıştırdı. Ayrıca bugüne ve dünyaya daha iyi uyum sağlayacak birkaç yeni kural daha getirdi.
Dr. Erdem Alptuna bu blog’da, bu makaleler ile Türklam Yaşam Felsefesinin kurallarını anlatıyor. Cumhuriyetin kaya gibi sağlam yaşaması için Türk, Türkçe ve Türklam’a gereksinim vardır diyor. Türklam bir din değildir. Ama benzer bir Yaşam Felsefesi ve bu felsefeden doğan bir Yaşam Biçimidir. Dr. Alptuna herkesi makaleleri sürekli okuyarak Türklam’ı öğrenmeye davet eder. Beğenenlerin de kendilerini Türklam’ım adıyla tanımlamasını önerir.
Türkiye, Türk, Türkçe ve Türklam Dr. Alptuna’ya göre Atatürk Devrimlerinin doğal sonucu, Türk Devrimlerinin en son halidir.