BAŞLARKEN

B

Ben bir hekimim.

İşim, aldığım eğitim sonucu, hasta olan insanları elimden geldiğince tedavi etmek, sağlıklarına kavuşturmak. Bu işi senelerden beri hakkıyla yapmağa çalışıyorum ama sanıldığı kadar kolay bir meslek değil.  Ayni hastalık insandan insana fark eder.  Kişinin karakterine bağımlı olarak basit bir hastalık zor, zor bir hastalık kolay tedavi edilebilir.

Bu nedenle hekimlik sanatının uygulaması esnasında, çünkü hekimlik gerçekten bir sanattır, sadece bilim değil,  zaman ayırarak karşınıza gelen insanın kişiliğini öğrenmek, hastalığını tanımak kadar gerekli ve bazen hastalıktan önemlidir.

Sadece kişilik mi? Kişinin içinde bulunduğu sosyolojik, çok daha önemlisi, psikolojik durum,  eğer zaman ayrılıp öğrenilebilir ise tanıya ve tedaviye büyük katkılar ekleyebilir.

İşte bu nedenle, hastalığın tanısı ve tedavisi için, kişilerin özel yaşamlarına fazla burnumu sokmadan,  gerekli psikolojik ve sosyolojik yapılarını öğrenmeğe gayret ederken karşılaştığım değişik durumlar ve gözlemler, bu kitabın yazılmasının temellerini attı.  

Anlayabildiğim kadarı ile ülkemizdeki güncel din, kişilerin sosyolojik ve psikolojik yapılarını, düşünce biçimlerini,  konuşma düzenlerini ve hatta cümle yapılarını iyice etkilemiştir.

Kabaca 3000 yaşındaki ulusumuzun çoğunluğunun, bazı yeğenlerimizi bir kenara bırakırsak,  son 900 senedir kabul ettiği ve kurallarına uyarak yaşadığı dinin yeri yabana atılmayacak, küçümsenmeyecek denli önemlidir.

Son 70 senedir Türkiye Cumhuriyetinde laiklik adı altında gelen bir kavram ulusumuzu en az din kadar hatta bence, bir kesim için, dinden bile fazla etkilemiş durumdadır.

İnanılmaz sıklıkla karşımdaki insanların kendilerini Müslüman görmelerine ve böyle tanımlamalarına karşın, düşüncelerinin dini yaklaşımdan çok farklılaştığını ve en azından davranış, görünüş ve yaşam biçimleri açısından İslam ile hiçbir ilgilerinin kalmadığını gözlemledim. 

Ortaya, böylece, kendilerini Müslüman adıyla tanımlayan ancak klasik anlamda Müslümanlıkla ilgisiz YENİ İNSANLARIN çıktığı anlaşılmakta ki klasik anlam dediğim zaman Osmanlı Devleti tipi Müslümanlığı düşünüyorum. Bunlar en azından günümüzdeki İran tipi veya Afgan tipi Müslüman değillerdir ve İslam Yaşam Biçimi ile ilgisiz hatta tamamen ilişkisiz hatta reddeden YENİ TÜRK İNSANLARIDIR.

Farklı karakter ve yaşam biçimi benimsemiş bu yeni insanı tanımlamamız ve adlandırmamız gerektiği kanısına vardım.

Başka bir değiş ile bu yeni insanın bu yeni düşünce biçimini tanımlamamız ve daha da önemlisi sınıflamamız ve daha, daha da önemlisi biçimlendirmemiz gerektiği kanısındayım.  Bu kitabı yazdım. Hekimce bir uğraş işte! Hani hekim gözüyle daha önce tanımlanmamış bir gerçeği görünce onu tanımlamayı görev bilirsiniz ya, işte böyle bir durumdan söz ediyorum.

Belki biliyorsunuz, dünya tıp yazınında Behçet Hastalığı diye bir hastalık var. Türk doktoru Sayın Hulusi Behçet, bu hastalığı ilk kez tanımlayan hekimdir. Bu nedenle bütün dünya onun adı ile anıyor bu hastalığı ve bence bizler için çok onurlandırıcı. Onlarca Fransız, İngiliz ve Amerikalı hekim adları ile anılan hastalıkların arasına nazar boncuğu gibi bir de Türk katılmış.

Demek istediğim şu, biz hekimler yeni bir şey görünce onu tanıdığımız zaman tanıtmak da isteriz. O zaman yeniliği tanımlar, yazar, diğer meslektaşlarımızın görüşlerine sunarız. Eğer yenilik gerçekten yenilik ise başkaları tarafından da kabullenilir ve yazarın insanlığa katkısı olur,  iyiliği olur.  Benimki de böyle bir düşünce işte.

Ben daha önce iki kitap yazmıştım ama onlar tıp kitapları idi. Birçok makale yazmıştım ama hepsi tıp ile ilgiliydi. Dolayısıyla yazacağım bu konu bana yabancı. 

Üstelik din konusunda köklü bilgim yok. Ayrıca din ile yazacağım konunun ilgisini özel olarak incelemedim. Amatör bir düşünür olarak nasıl karşılanacağını bilmediğim aşağıdaki düşüncelerimi sabır ve hoşgörü ile karşılamanız ve değerlendirmenizi dilerim. 

Amacım kimseye veya herhangi bir gruba üzüntü çektirmek veya sevinç duyurmak değil, gözlemimi aktarmak. İstemeden canını sıkmış olabileceğim kişilerin bu görüşümü dikkate almalarını dilerim.

About the author

Dr. Erdem Alptuna

Erdem Alptuna tıp doktoru ve üniversite doçentidir.
Dr. Alptuna, Atatürk Devrimlerine uyum sağlayarak yaşayan insanların Yaşam Biçimine ve Felsefesini inceledi ve ortaya başka bir yaşam biçimi çıktığını kavradı. Bu yeni yaşam biçimine Türklam adını yakıştırdı. Ayrıca bugüne ve dünyaya daha iyi uyum sağlayacak birkaç yeni kural daha getirdi.
Dr. Erdem Alptuna bu blog’da, bu makaleler ile Türklam Yaşam Felsefesinin kurallarını anlatıyor. Cumhuriyetin kaya gibi sağlam yaşaması için Türk, Türkçe ve Türklam’a gereksinim vardır diyor. Türklam bir din değildir. Ama benzer bir Yaşam Felsefesi ve bu felsefeden doğan bir Yaşam Biçimidir. Dr. Alptuna herkesi makaleleri sürekli okuyarak Türklam’ı öğrenmeye davet eder. Beğenenlerin de kendilerini Türklam’ım adıyla tanımlamasını önerir.
Türkiye, Türk, Türkçe ve Türklam Dr. Alptuna’ya göre Atatürk Devrimlerinin doğal sonucu, Türk Devrimlerinin en son halidir.

Add Comment

Dr. Erdem Alptuna

Erdem Alptuna tıp doktoru ve üniversite doçentidir.
Dr. Alptuna, Atatürk Devrimlerine uyum sağlayarak yaşayan insanların Yaşam Biçimine ve Felsefesini inceledi ve ortaya başka bir yaşam biçimi çıktığını kavradı. Bu yeni yaşam biçimine Türklam adını yakıştırdı. Ayrıca bugüne ve dünyaya daha iyi uyum sağlayacak birkaç yeni kural daha getirdi.
Dr. Erdem Alptuna bu blog’da, bu makaleler ile Türklam Yaşam Felsefesinin kurallarını anlatıyor. Cumhuriyetin kaya gibi sağlam yaşaması için Türk, Türkçe ve Türklam’a gereksinim vardır diyor. Türklam bir din değildir. Ama benzer bir Yaşam Felsefesi ve bu felsefeden doğan bir Yaşam Biçimidir. Dr. Alptuna herkesi makaleleri sürekli okuyarak Türklam’ı öğrenmeye davet eder. Beğenenlerin de kendilerini Türklam’ım adıyla tanımlamasını önerir.
Türkiye, Türk, Türkçe ve Türklam Dr. Alptuna’ya göre Atatürk Devrimlerinin doğal sonucu, Türk Devrimlerinin en son halidir.